Fatih Keresteci: Dolarda yıl sonu için 38 TL beklentimi koruyorum

PAYLAŞ

Keresteci, "Enflasyonun Türkiye'de son üç yıla baktığımız zaman üç ana belirleyicisi vardı. Birinci belirleyicisi maliyet enflasyonu. Yani hem pandemi sonrasında ortaya çıkan tedarik zinciri krizinin ve Rusya-Ukrayna Savaşı'nın sebebiyet vermiş olduğu hem de bizim o 2021'in sonundaki yanlış para politikasının getirmiş olduğu kur artışı kaynaklı bir maliyet enflasyonu vardı ve hatırlarsanız öncelikle üretici fiyatlarında sert bir artış yaşanmıştı. Maliyet enflasyonu ilk anda bir şok etkisini beraberinde getirmişti. Sonra ikinci aşamada biz ucuz kredi kanalları üzerinden iç talebi destekleyen bir model kurguladık ve sonra enflasyon biraz kimlik değiştirdi. Artık maliyet yönlü enflasyon değil, talep yönlü enflasyon haline dönmeye başladı.

Şimdi geldiğimiz noktada maliyet enflasyonu sakin gibi görünüyor. Döviz kuruna bakıyoruz, büyük bir artış yok. Dışarıda emtia fiyatlarında büyük bir artış yok. Küresel bazda bir maliyet şoku yok. O yüzden şu an maliyet enflasyonu yok Türkiye'de.

Talep tarafında Merkez Bankasının yaklaşık son bir yılda uyguladığı, hatta mart ayından bu yana net bir şekilde uygulamış olduğu sıkı para politikasıyla beraber talepte de bir yavaşlama ortaya çıkmaya başladı. O yüzden talep enflasyonu da kuvvetli diyemeyiz. Enflasyonun üçüncü karşılığı olan aslında beklenti yönetimi kaynaklı ya da katılık diye adlandırdığımız, atalet diye adlandırdığımız enflasyonla karşı karşıya ki biz bunu hizmet sektörü tarafından görüyoruz. Maliyet enflasyonu ve talep enflasyonunu elimizde konvansiyonel enstrümanlarla çözmemiz mümkün ama o katılık arz eden beklenti yönetimiyle ilgili olan kısmı ne yazık ki konvansiyonel yöntemlerle çözmeniz mümkün değil. Çünkü beklenti işinin psikolojik kısmı var. İşin topluma yayılan sosyoloji kısmı. Bunu çözmemiz için aslında yapmamız gereken kamuoyunu enflasyonun düşeceği konusunda ikna etmemiz, inandırmamız gerekecek. Zaten Merkez Bankamız da son para politikası kurulu notlarında dile getirdi. 'Bundan sonra beklentiler çok kritik olacak, çok önemli olacak' dedi. Hakikaten de buna işaret etmeye çalıştı. Şimdi peki beklentiyi nasıl yöneteceğiz noktasında kamuoyunu ikna etmemiz lazım, güven vermemiz lazım.

Bunun iki bacağı var. Birincisi, enflasyonla mücadelede baz almış olduğumuz tedavinin kesintisiz bir şekilde, kararlı bir şekilde sürdürüleceği konusunda ikna etmemiz lazım. Bu sadece politika düzleminde değil, aynı zamanda politika izleyicilerinin sürekliliği anlamında olması lazım. Bu birinci bacak. İkinci taraf da biraz burada tavuk-yumurta, yumurta-tavuk meselesi var.

Yani enflasyon düşmeye başlarsa insanlar enflasyonun düştüğü konusunda ikna olur. İkna olursa da fiyatlama davranışını enflasyon düşüyor şeklinde dizayn eder. Şimdi o açıdan bakınca ben bugünkü rakamları açıkçası beğenmedim. Yani ağustos özelinde yüzde 2.5 civarında bir aylık TÜFE enflasyonunu ben yüksek buluyorum. Detayına baktığımız zaman eğitim tarafı var, detayına baktığımız zaman konut tarafı var, işte alkollü içecekler ve tütün tarafı falan var. Evet bunlar fiyatı yönlendirilen, yönetilen ürünler gibi görmekle beraber açıkçası ben hala hani Merkez Bankasının yine dile getirmiş olduğu enflasyondaki aylık eğilim konusunda ne yazık ki istenen seviyenin yakınında bile olmadığımızı görüyoruz.

O yüzden yani enflasyonda kritik bir evredeyiz ve bu kritik evrenin önümüzdeki süreçte de başarıyla sonuçlanması için o güveni tesis edecek kararlılığın izlenmesi, uygulanması gerekiyor gibi görünüyor. Yani enflasyon düşerken özellikle hizmet tarafında büyük bir atalet, katılık gösteriyor. Bu önümüzdeki dönemdeki en büyük hislerden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Önemli bir nokta" dedi.

"5 Eylül'de OVP'de bu beklentilerdeki katılığı kırmak adına yeni bir şey duymayı bekliyor musun" sorusuna Keresteci, "Enflasyonu tansiyona benzetelim. Türkiye 90'lı yıllarda hipertansiyon yaşıyordu yani tansiyon hep yüksekti. Vücut buna bir şekilde alışmıştı, zorlanıyordu ama yaşamını sürdürüyordu ki 90'lı yıllarda enflasyon yaşayanlara sorduğunuz zaman öyle geçmişten çok kötü bahsetmiyorlar aslında, iyi bahsediyorlar. Türkiye'nin yaşamış olduğu son enflasyon çok kısa bir süre içerisinde büyük bir şokla geldi. Yani tansiyonu 8-12 olan bir hastanın birdenbire tansiyonu mesela 16-17'ye çıktı.

O yüzden vücut burada sorun yaşadı. Dediğim gibi farklı bir enflasyonla karşı karşıyayız. Hele ki sosyal medyanın bu kadar yaygın olduğu, gelir dağılımının bozuk olduğu bir yerde bu enflasyonun beraberinde sosyal ve siyasal maliyetler getirdiğini de unutmayalım. Ki bu ahlaki çöküntü, bunun bir karşılığı. Şimdi madem ki farklı bir enflasyonla karşı karşıyayız, buna karşı farklı bir tedavi yöntemini uygulamamız lazım. Biz bugüne kadar enflasyon ve mücadeleyi para politikası aracılığıyla yaptık.

Merkez Bankası'nın sırtına yükledik. Halbuki bunun iki tane daha bacağı var. Bunlardan birincisi yapısal reformlar, reformla desteklenmesi lazım. Bir diğeri ise bütçe tarafında sıkı bir mali politika. O noktada ekonomi yönetimi çabaladı ama ne yazık ki o nisan ayındaki taslak paketten gelinen nokta çok küçük bir paketle karşı karşıya kaldı.

O yüzden bu perşembe günkü OVP içerisinde, piyasa enflasyonla mücadelede para politikasının yanında yapısal reform, ki bu realist ve sürdürülebilir bir şey olması lazım, ve mali disiplini görmeyi bekleyecektir. Bu ikisi olursa bence enflasyonla mücadele daha geniş kapsamlı ve geniş perspektifli olacaktır. Ama olmadığı zaman sadece Merkez Bankası'na bırakılan bir mücadelenin başarılı olma ihtimali ne yazık ki çok kuvvetli görünmüyor. Bir yandan da dün büyüme verilerini aldık. Orada da çarkların yavaşladığı ortaya çıkıyor.

Yine PMI verileri var. Orada da hemen bütün alt sektörlerde ilk kez daralma görüyoruz." yanıtını verdi.

Uygulanan politikanın acı reçetesinin maliyetini kimin ödeyeceği konusundaki soruya ise Keresteci şöyle yanıt verdi: 2023 OVP'sinde tedavinin üç ayağı vardı. Yani bir sıkı para politikası, bir diğeri mali disiplin, bir diğeri yapısal reformlardı ve tedavi buna göre kurgulanmıştı ama zaman geçtikçe Merkez Bankası mali disiplin ve raporsal reformlardan gerekli desteğin gelmediğini görünce bu tedaviyi başarıyla sonuçlandırmak için para politikasını başlangıçta düşündüğünden daha fazla sıkmak zorunda kaldı. Yani mart ayında bir süre beklendikten sonra ilave yapılan faiz artışı ve parasal muslukların sıkılması bunun sonucuydu.

Çünkü diğer iki taraftan destek gelmeyince para politikasını Merkez ilk düşündüğünden daha fazla sıkmak zorunda kaldı. Tabii ki yani düşünün, ilk düşündüğünden daha sıkı bir para politikasının yan etkileri düşündüğümüzden fazla. Yani birincisi şirketler kesiminde yaşanan sorunlar, ki bunu PMI'da da gördük, büyümelerde de gördük. İkincisi tüketim tarafında ortaya çıkan sorunlar. Bu aslında tedavinin doğru araçlarla uygulanmaması sonucunda ortaya çıkan yan etkilerin büyüklüğüne işaret ediyordu. Bu birinci nokta.

İkincisi, enflasyon hepimizi ilgilendiren bir mesele. Bu sorunu çözmek için toplumsal bir konsensusa ihtiyacımız var yani toplumun her kesimi belli ölçüde üzerine düşen yükümlü yapmak zorunda ki sonuç alınabilsin. Yani toplumun bir kesimi, hani ben üzerime düşeni yapayım, geri kalan kısım yapmadığı dediği zaman bu bir süre sonra mücadelenin ruhuna zarar veriyor. Burada neyi kastediyorum aslında?

Mesela sabit gelirliler daha çok bunu karşılıyor gibi görünüyor. Vergi tarafına baktığınız zaman kaynağından kesilen vergide her taraf bu işe destek veriyor ama yüksek gelir grubu ya da kayıt dışı taraftan bir destek gelmediğinden dolayı, ki o gelir dağılımı bozulması az önce neden sosyal medyanın bu süreçte enflasyonla mücadele zarar verdiğini anlatmaya çalıştım, biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar durumu oluyor. O yüzden sosyal bir konsensüs olması lazım. Bu konsensüsü sağlamak için de herkesin bu soruna dahil olması lazım. Bence orada bir eksiklik var.

O kısmı tamamlamanın yöntemi de bir, mali disiplinin her katmana eşit bir şekilde uygulanması, bir diğer yapısal reformlarla beraber mesela enflasyonun en büyük kaynağı kiralar. Mesela konut sektöründe kiralanabilir alan sayısının arttırılması ya da düzenlemelerle beraber bunun tesis edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, enflasyonu göreceğiz, düşme sürecinde büyük bir dirençle karşı karşıya kalacak. Bu direnç de bir yerden sonra beklentileri bozacak ki biliyorsunuz, yani piyasayı bir kenara bırakırsak şirketler kesimi 12 ay sonra enflasyonu yüzde 50'lerde görüyor. Hane halkı 72-73'te görüyor.

Orası aşağı gelmeden enflasyonla mücadelede istenilen başarıyı elde edebileceğiz gibi görünmüyor. Konkordato'nun tanım olarak çok iyi niyetli bir uygulama olduğunu, amacın finansal zorluk yaşayan ama operasyonları süren şirketleri korumak olduğunu ama Türkiye'de ne yazık ki bu ahlaki çöküntüyle beraber her türlü iyi müessesenin suistimalinin de mümkün gibi göründüğünü söyleyen Keresteci, bu soruya net bir yanıt veremediğini belirtti.

Fitch'ten bir not artırımı gelmesi gerektiğini söyleyen Keresteci, şöyle devam etti: "Yani şöyle olması gerekiyor, Türkiye'nin şu an piyasa fiyatlamasının işaretlemiş olduğu risk, yani CDS tarafına baktığımız zaman Türkiye'nin notunun oldukça üzerinde bir yeri işaret ediyor. Yani daha iyi bir nota sahip olmamız gerektiğini işaret ediyor. Yani hazır Fitch bizim notumuzu martta arttırmıştı, biliyorsun. Görünüm de pozitifti. Marttan bugüne geldiğimiz zaman yıllık enflasyon baz etkisiyle de olsa belli bir seviyeye geldi.

Bütçe tarafında biz geçen sene OVP'de 6.5'luk bir açık bekliyorduk, 5 bir yere gidiyor. Yani uygulanan politikalar da ortada. Ben açıkçası Fitch'in not arttırma ihtimalinin olduğunu düşünüyorum. Olursa da yeni hikaye yaratma anlamında iyi olur kanaatindeyim.

Kurda kontrolsüz bir yükseliş beklemediğini söyleyen Keresteci, bu öngörünün koşulu olarak ise beklenmedik olağanüstü bir durum olmamasını gösteriyor.

Keresteci, "Merkez Bankası enflasyonla mücadelenin bir bacağı olarak Türk Lirasının reel değer kazanmasını öngörüyor ve bu metinde açık bir şey dile getiriyor. O yüzden olağanüstü beklenti beklemiyorum ama yani nisan, mayıs, haziran ve temmuzda olduğu gibi de kurun yatay seyretmesinin zararlı olduğunu fark ettik. O yüzden önümüzdeki dönemde, ben bunu hep bebek adımları diye nitelendirmek istiyorum, döviz kurunda yukarı yönlü bir hareket ama bu hareket hiçbir zaman Türk Lirasında reel bir değer kaybı anlamına gelmeyecek bir hareket. O yüzden ben sene sonu için dolar, TL tarafında 38 TL tahminimi koruyorum.

Sadece ağustos ayında euro/dolar paritesinde yukarı hareket olduğu için Euro/TL'de bir yukarı hareket sert oldu yüzde 5 civarında. Onu da ben olumlu buluyorum. Çünkü Türkiye ihracatı ağırlıklı olarak euro cinsinden, ithalatı dolar cinsinden. O yüzden paritenin yukarı gidiyor olması bizim ihracatçımızda bir miktar kur avantajı sağlıyor. Paritenin yukarı gidiyor olması bence bizim açımızdan iyi bir şeydir. " dedi.