Trump'ın yüksek mahkeme kararını reddetmesi, ABD’de hukukun üstünlüğünü tehlikeye atıyor

PAYLAŞ
Trump'ın yüksek mahkeme kararını reddetmesi, ABD’de hukukun üstünlüğünü tehlikeye atıyor

ABD Başkanı Donald Trump’ın, 14 Nisan Pazartesi günü Yüksek Mahkeme’nin oybirliğiyle aldığı bir kararı tanımadığını açıklaması, Amerikan siyasetinde yeni bir kırılma anı olarak değerlendiriliyor. Financial Times yazarı Edward Luce’un gündeme taşıdığı bu gelişme, uzmanlara göre yalnızca anayasal sistemin sınırlarını değil, hukukun üstünlüğüne olan bağlılığı da sorgulatıyor.

Kararın merkezinde Kilmar Armando Abrego Garcia isimli El Salvadorlu bir kişinin sınır dışı edilmesi bulunuyor. ABD Yüksek Mahkemesi, Garcia’nın sınır dışı edilmesinin hatalı olduğunu belirterek geri gönderilmesine hükmetti. Ancak Başkan Trump, 9 yargıcın tamamının imzasını taşıyan kararı yok saydı. Üstelik medyaya yaptığı açıklamalarda, mahkemenin aslında kendi lehine bir karar verdiğini iddia etti. Luce’un ifadesine göre bu tutum, yalnızca yürütme-yargı ilişkisini değil, aynı zamanda devletin kurumları arasındaki güç dengesini temelinden sarsan bir durum oluşturdu.

Trump’ın bu yaklaşımı, yalnızca ABD kamuoyunda değil, uluslararası gözlemciler arasında da endişeyle karşılandı. Özellikle El Salvador Devlet Başkanı Nayib Bukele ile kurduğu yakın ilişki dikkat çekti. Trump, birkaç ay önce Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelenskyy’yi, ABD yardımına yeterince minnet göstermediği ve takım elbise giymediği için kamuoyu önünde eleştirmişti. Ancak Bukele, kravat dahi takmadan Oval Ofis’te ağırlandı. Trump’ın danışmanları, Bukele’nin Garcia’yı iade etmeyeceğini belirttiğinde bu duruma itiraz etmedi. Aksine, Garcia’nın bir çete üyesi ve terörist olduğu yönünde herhangi bir delil olmamasına rağmen, bu tanımlamayı kabul ettiler.

Edward Luce’a göre, yaşananlar bir tür anayasal test niteliği taşıyor. Trump’ın sınır dışı kararlarına yaklaşımı, yalnızca yabancı uyrukluları değil, Amerikan vatandaşlarını da hedef alabilecek nitelikte. Başkan, Bukele’ye "yerli" yani Amerikan vatandaşlarının da süper maksimum güvenlikli hapishanelere gönderilebileceğini ifade etti. Bu açıklama, yalnızca bireysel özgürlüklerin değil, temel insan haklarının da tehdit altında olduğu bir döneme girildiğine işaret ediyor.

Trump’ın yürüttüğü sınır dışı politikalarının içeriği ve yöntemi de eleştiri konusu. Delillerin ulusal güvenlik gerekçesiyle kamuoyundan saklandığı, bazı durumlarda ise doğrudan uydurulduğu belirtiliyor. Garcia’nın sınır dışı edilmesinde hata yapıldığını kabul eden bir hükümet avukatının görevden alınarak izne ayrılması, sistemin işleyişine dair önemli soruları beraberinde getirdi. Luce, bu yaklaşımın “yanlış kişi zincirlerle sınır dışı edilirse, bu konuda hiçbir şey yapılamayacağı” anlayışına dayandığını vurguluyor.

Trump’ın El Salvador ile geliştirdiği ilişkilerin içeriği de kamuoyuna açıklanmıyor. Özellikle Bukele ile yapılan hapishane sözleşmeleri konusunda detayların saklanması, şeffaflık ilkesinin nasıl göz ardı edildiğini ortaya koyuyor. ABD, güvenlik politikalarında insansız hava araçları ve paramiliter ekipmanlar gibi unsurları ön plana çıkarırken, El Salvador’un karanlık operasyonların merkezi haline geldiği yönünde değerlendirmeler yapılıyor. Bu ilişkilerin ticari ve askeri boyutunda, Blackwater adlı özel güvenlik şirketinin eski CEO’su Erik Prince gibi isimlerin de yer aldığı belirtiliyor.

Siyasi tansiyonun ekonomik yansımaları da görülmeye başladı. Pazartesi günü yayımlanan bir analizde, Morgan Stanley’nin araştırma bölümü, yatırımcılara "çok daha fazla kandırılmaya hazırlıklı olmaları" uyarısında bulundu. Kurumun bu açıklaması, Trump’ın ticaret politikalarında sık sık değişen tarifeler ve gerekçelerle piyasaya yön verme eğilimini yansıtıyor. Trump’ın daha önce kampanyasına bağış yapan bazı kişileri affetmesi, şeffaflık yasalarını askıya alması ve şirketlerin sahiplerinin kimliğini gizlemeye yönelik adımlar atması, kurumsal yönetişim açısından da kaygı verici bir tabloyu beraberinde getiriyor.

Trump’ın hedefinde yalnızca yargı ya da bürokrasi değil, medya da bulunuyor. CBS kanalında yayımlanan 60 Dakika programında yer alan Zelenskyy röportajı sonrası, Başkan Trump kanal hakkında bir dizi tehditte bulundu. Federal İletişim Komisyonu Başkanı Brendan Carr’dan CBS’in yayın lisansının iptal edilmesini isteyen Trump, medyaya yönelik baskılarını bir kez daha gözler önüne serdi.

Ukrayna lideri röportajda, “ABD’de Rus anlatıları hâkim” yorumunda bulundu. Bu değerlendirme, Trump’ın Rusya’nın Ukrayna’yı işgali konusundaki tutumunu tersine çevirmesi göz önüne alındığında, yerinde bir tespitti. Luce, bu açıklamanın yalnızca Ukrayna bağlamında değil, ABD’nin içinde bulunduğu genel yönelimi açıklaması bakımından da önemli olduğunu belirtiyor. Muhalefetin iş lisansları, özgürlükleri ve hatta hayatlarını kaybettiği otoriter rejimlerle benzerlik kuran bu tablo, ABD vatandaşlarının başka ülkelerde sığınma başvurusunda bulunabileceği bir dönemin çok da uzak olmadığını düşündürüyor.