"Trump'ın psikolojisi, piyasaların geleceğini belirliyor"

PAYLAŞ
"Trump'ın psikolojisi, piyasaların geleceğini belirliyor"

Financial Times yazarı Edward Luce, Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’ın, Donald Trump’ın içgüdülerine güvenilmesi gerektiği yönündeki açıklamasını, Cumhuriyetçi Parti’nin geldiği noktanın trajik bir özeti olarak değerlendiriyor. Luce’a göre Johnson ve çevresindeki figürlerin yapması gereken, Trump’a uymak değil, tam tersine ondan hızla uzaklaşmak olmalıydı. Ancak bu olasılık artık tarihe karıştı. Cumhuriyetçi Parti, uzun süredir organize bir siyasi yapı olmaktan çıktı; Trump’a duyulan inanç, partinin teklemiş ideolojik çatısını ayakta tutan neredeyse tek unsur hâline geldi.

Bu koşullarda Trump’ı frenleyebilmenin tek yolu, ona olan sadakati korurken, onu siyasi anlamda bir uçuruma sürüklemekten geçebilir. Luce, bunun sadece siyasi bir görev olmadığını savunuyor; küresel ekonominin dengeleri ve Amerikan vatandaşlarının birikimleriyle doğrudan ilgili bir sorumluluktan bahsediyor. Her Amerikalının emeklilik fonu, Trump’ın izleyeceği yola doğrudan bağlı.

Trump’ın hâlâ bir "kazanan" olduğuna dair inancı, bu karmaşık görev dağılımını daha da güçleştiriyor. Luce, Trump’ın geçmişte defalarca siyasi açıdan “öldüğünü” ve her defasında yeniden sahneye çıktığını hatırlatıyor: 2011’deki Obama’nın doğum yeri üzerinden yürüttüğü komplo teorisinden başlayarak, 2024’te aldığı mahkûmiyet kararına kadar geçen her yıl, Trump için yeni bir “son” ilan edildi. Ancak Trump her defasında bir anka kuşu gibi küllerinden doğmayı başardı. Çünkü Luce’a göre, Trump kendisini yenilmez bir figür olarak gören bir hayalperest. Bu fantezi, onun siyasi kimliğinin özünü oluşturuyor. Bu durumda küçük bir piyasa sarsıntısının Trump’ı durdurabileceğini düşünmek, gerçeklikten kopuk bir yaklaşım.

Luce, Trump’ın kendini bir çekiç olarak gördüğünü, dünyanın geri kalanının ve Amerika’nın yarısının da onun için sadece çivi konumunda olduğunu söylüyor. Zaman zaman çekiç bazı çivilere daha dikkatli vurabilir, belki darbesini hafifletir; ancak sonuç değişmez: Trump, her zaman çekiçtir. Bu bağlamda Bill Ackman gibi, Trump’ın küresel ticaret savaşlarına destek vermiş sadık yatırımcılarının bugün şaşkınlık yaşaması, Luce’a göre anlaşılmaz bir durum. Trump, yıllardır süren her seçim kampanyasında mevcut ticaret savaşlarının temelini atacağına açıkça söz verdi.

Aslında Trump’ın bu konudaki saplantısı yeni değil. Luce, onun yabancı düşmanlığının kökenini 1980’lere kadar götürüyor. Dikkat çekici olan nokta şu: O yıllarda Sovyetler değil, Japonya Trump’ın düşmanıydı. Bu düşmanlık, dışardan gelenlere değil, müttefiklere yönelikti. Trump, her zaman en büyük öfkesini Amerika’nın dostlarına, yakın bağlar kurduğu ülkelere yöneltti. Bugün Avrupa Birliği ve Kanada onun en çok hedef aldığı bölgeler arasında yer alıyor. Luce, Trump’ın geçmişte kardeşleriyle yaşadığı miras çatışmalarını anımsatarak, onun en yakınındakileri bile “soymaya” meyilli olduğunu, dolayısıyla dünyayı da bu motivasyonla okuduğunu vurguluyor.

Bu gerçekliğe rağmen, Ackman gibi milyarderler, Florida’daki varlıklı Venezüellalılar ve daha birçok kişi, Trump’ın kim olduğunu görmezden gelmek için büyük çaba sarf ediyor. Luce’a göre, “Trump delirme sendromu” olarak tanımlanan hastalık, aslında onu bir tehdit olarak değil, hâlâ rasyonel bir aktör olarak görenlerde mevcut. Bu durum, piyasaları da etkiliyor. Öyle ki, geçtiğimiz pazartesi günü piyasalarda yaşanan düşüşten kısa bir süre sonra, Trump’ın tarifelere ara vereceğine dair sahte bir haber bülteni yayıldı. Bu söylentiyle birlikte borsa yeniden yükseldi. Ancak Beyaz Saray’ın yalanlamasıyla tüm kazançlar silindi. Luce, bu tabloyu "piyasaların Trump’ın psikolojisine esir düştüğü bir dönem" olarak tanımlıyor.

Trump hakkında çıkan bir “aklı başında” dedikodusu bile alım dalgası başlatabiliyor. Luce, Roma imparatorlarının bile Trump’ın piyasa üzerindeki bu etkisini kıskanacağını yazıyor. Fakat bu gücün sınırsız olmayacağını, yakın bir gelecekte Trump’ın bazı girişimlerinden geri adım atmak zorunda kalabileceğini de ekliyor. Böyle bir gelişme, piyasalarda büyük bir rahatlama yaratabilir. Ancak Trump’ın kalıcı şekilde geri çekileceğine güvenmek, yönü belli olmayan bir kütüğün durağan kalacağına inanmakla eşdeğer. Çin’e yönelik %50 gümrük vergisi tehditleri de aynı belirsizliğin parçası.

Trump’ın planladığı ikili ticaret anlaşmaları, piyasalar için dikkatle izlenmesi gereken bir diğer alan. Luce, Japonya, Çin ve Hindistan’ın bu bağlamda öne çıktığını belirtiyor. Ancak burada esas mesele, bu anlaşmaların devletin resmi kurumlarıyla değil, Trump’ın şahsıyla yapılacak olması. Hazine Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve ABD Ticaret Temsilciliği gibi kurumlar genellikle süreçlerin dışında kalıyor. Trump’ın kamu ile özel yatırımlar arasında herhangi bir sınır tanımadığı dikkate alındığında, ticaret dışı takas alanları da gündeme gelebilir.

Luce, Trump’ın etkisinin yalnızca gümrük tarifeleri ya da ticaret anlaşmaları ile sınırlı olmadığını vurguluyor. ABD Hazine tahvillerinin önemli bir bölümü yabancıların elinde. Bu varlıklara olan güven, küresel finans sisteminin temel dayanaklarından biri. Eğer Trump bu güveni sarsarsa, ortaya çıkacak fark resesyonla depresyon arasındaki ayrımı belirleyebilir. Avrupa tarafı ise bu riskin farkında gibi görünüyor. AB, Trump’a karşı büyük bir misilleme planı oluşturmak yerine, daha ölçülü ve temkinli önlemleri değerlendiriyor. Brüksel’in bu tavrı, Trump’tan bir nezaket beklentisiyle değil; küresel sistemde yaşanabilecek kırılmalardan korkmasıyla açıklanabilir.

Luce’a göre, bu yaşananlar bir öğretici an olarak görülmeli. Ancak ne yazık ki bu farkındalık, çok geç kalınmış bir anlama sürecine işaret ediyor. Trump döneminde mantıklı hareket etmeye çalışan birçok kişi, itibarını kaybetti. Luce, bu çerçevede ne dış politika realizminin ne de ekonomik merkantilizmin Trump’ı açıklayabildiğini savunuyor. Onu ve onun yönetim biçimini anlamanın tek yolu, psikolojisini anlamaya çalışmak. Ve bu psikolojiyle yönetilen bir ABD karşısında, mesafeli durmak artık yatırımcılar ve müttefikler için bir zorunluluk.