"İran’ın arz tedariki kesilse bile petrol 100 dolara çıkmaz"

PAYLAŞ
  • Eski İngiliz Diplomat ve siyaset danışmanı Alastair Newton, İran’ın bütün arz tedariki kesilse bile Brent petrolün 100 dolara çıkmayacağını söyledi.
  • Newton, "Petrol arzına yönelik sürekli bir jeopolitik şoku bir kenara bırakırsak, Brent petrolü 60 ila 70 dolar arasında bir yerde göreceğimizi düşünüyorum" dedi.
"İran’ın arz tedariki kesilse bile petrol 100 dolara çıkmaz"

Eski İngiliz Diplomat ve siyaset danışmanı Alastair Newton, CNBC-e yayınında Berfu Güven'in sorularını yanıtladı.

Ortadoğu'yla başlayalım. Ne dersiniz? İş bölgesel savaşa doğru mu gidiyor?

Bence bu birçok açıdan her zaman bölgesel bir savaş olmuştur. Tabii İran şu ana kadar aracı örgütlerle bunu sürdürdü. İran'ın İsrail'e ikinci kez füze saldırısı düzenlemesiyle birlikte bölgesel boyutunu daha da ön plana çıkardı ve gözler önüne serdi. İsrail bir noktada misilleme yapmak zorunda kalacak. Bunun ne zaman olacağına dair görüş bildirmek hususunda tereddütlerim var. İranlılar da aynı şekilde düşünüyor. İsrail başka bir şey yapmaya karar vermezse olacaklar bunlar. Tüm dünya da bunu biliyor.

Peki sizce bu bir siyah kuğu muydu?

Bana göre bu bir siyah kuğu değil. Biz siyasi analistler buna gri gergedan diyoruz. Evet, bu büyük, tehlikeli ve açık bir tehdit. Genelde yatırımcılar bu durumda nasıl fiyatlandırma yapacaklarını bilmezler. Bu yüzden bunu görmezden gelme eğilimindedirler. Ama hepimiz gerçeği biliyoruz ve dünya şu anda jeopolitik açıdan gri gergedanlarla dolu. Bugünün en önemli olayı da bu. Deyim yerindeyse bir hafta sonra tepede bir başka olay olabilir.

Brent petrolün siyasi risk nedeniyle birkaç dolar değer kazandığını 2008 yılına geri dönecek olsak, böyle bir durumda Brent'in varil fiyatında hemen 10 dolar artış görebilirdik. Petrol piyasaları, petrolün etrafındaki jeopolitik riskler konusunda oldukça duyarlı davranıyor. Şu anda muhabirler şunu soruyor, ya İsrail, İran'ın bazı petrol tesislerini bombalarsa? Bunun İsrail için yüksek öncelikli bir hedef olacağına inanmak için hiçbir nedenimiz yok. Hem Hamas'a hem de Hizbullah'a karşı yürüttükleri savaşa bakılırsa, İran rejiminin ana gelir kaynağının peşine düşmektense, onu başka bir şekilde çökertmeye çalışmaları çok daha muhtemel. Sanırım göreceğimiz şey, geçen yıl 7 Ekim'den bu yana sürekli olarak gördüğümüz gibi Ortadoğu'da manşetleri meşgul eden bir şey olacak.

Brent'in varili belki 3 ila 5 dolar artacak. Daha sonra önümüzdeki birkaç gün içinde piyasalar, yeni bir artışa yol açacak başka bir şeyin ortaya çıkmasına bağlı olarak, tekrar buna bağlı olarak hareket edecek. Unutmayalım ki petrol sadece arzla ilgili değil, aynı zamanda taleple de ilgili. Talep tarafında neler olduğuna bakarsak ve Çin de talebin haziran ayından bu yana her ay düştüğünü göz önünde bulundurursak, aynı zamanda Suudi Arabistan'ın gönüllü kesintilerini azaltmaya başlayıp başlamama konusunda sıkıntı yaşadığını, Opec+ üyesi olmayan ülkelerde daha fazla petrol üretimi gerçekleştirdiğini görüyoruz. Kendimi şimdi söylediğimde biraz riske atacağım. Ham petrolün 31 Aralık 2024'te varilinin 70 dolar olacağı tahmininde bulunmuştum. Daha önümüzde yaklaşık üç ay var. Dolayısıyla hiçbir şey net değil. Ancak petrol arzına yönelik sürekli bir jeopolitik şoku bir kenara bırakırsak, Brent petrolü 70 ila 80 arasında değil 60 ila 70 dolar arasında bir yerde göreceğimizi düşünüyorum.

Peki Hürmüz Boğazı kapatılırsa neler olabilir?

Bunu yapmak aslında oldukça zor. Ayrıca boğazları açık tutmaya kararlı olan çok sayıda ABD savaş gemisinin de kıyı açıklarında beklediğini unutmayalım. Bu sebeple Hürmüz Boğazı'nın kapanma ihtimali yok diye düşünüyorum. Elbette bu durumu göz ardı edemezdik. Küresel petrolün yüzde 20'si her gün oradan geçiyor. Ancak dediğim gibi, boğazın kapanması bence söz konusu değil. Aynı zamanda İran'ın petrolü ihraç etmek için boğazı kullandığını unutmamak gerek.

Petrol piyasasında çok sert bir yükseliş görmüyoruz. Bunun bir sebebi de jeopolitik risklere artık alışıyor olmamız mı?

Bu özel durumda piyasaların şu anda petrole karşı tutumunu tanımlamak için umursamaz kelimesini kullanmaktan kesinlikle çekiniyorum. Ancak geçtiğimiz yıl boyunca yaşanan bir dizi olayın etkisiyle bir şekilde bunlara alışmış durumda ve özellikle son birkaç hafta içinde yaşananlar da buna yardımcı oldu. Yatırımcılar, geçen haftaki sözde teşviklere rağmen Çin'in ekonomik beklentileri konusunda çok daha endişeli hale geldi ve bence bu durum Çin hisselerini elinde bulunduranların satış yapması için iyi bir fırsattı. Çin'in ekonomiye doğrudan para akışı yaptığını henüz görmedik. Çin'in ekonomik büyümesine ilişkin gerçek ve meşru endişeler olduğunu düşünüyorum. OPEC sekreterliğinin bu yıl için petrol talebine ilişkin tahminlerine bakacak olursanız, ki bu tahminler dikkate değer ölçüde yükseliş gösteriyor, neredeyse tamamen Çin talebine dayanıyor. Az önce de belirttiğim gibi Çin'in talebi aslında yumuşuyor.

Çin'de olan biten, jeopolitik risklerden daha mı belirleyici petrol piyasası üzerinde?

Genel olarak bugün gelinen noktanın yarın farklı olabileceğini düşünüyorum. Bugün gelinen noktada yatırımcı duyarlılığı üzerinde arz tarafında algılanan olası riskten ziyade talep tarafı daha ağır basıyor.

Peki yarın ne değişirse bu görüşünüz de değişir?

İsrail, İran'ın rafineri kapasitesini bombalamaya başlarsa, o zaman bunu biraz düşünmemiz gerekir. Ancak en azından İran'ın dünya genelinde günde 100 milyon varillik tüketime oranla çok fazla petrol ihraç etmediğini de unutmayalım. Dolayısıyla karaborsada sattıkları da dahil olmak üzere tüm İran arzını kaybetsek bile petrolün 90 ya da 100'e ya da buna benzer bir seviyeye çıktığını göreceğimizi sanmıyorum.

Türkiye bölgeye komşu bir ülke ve aynı zamanda enerji ithalatçısı olan bir ülke. Türkiye nasıl etkilenir sizce?

Türkiye, Hindistan ya da başka herhangi bir enerji ithalatçısı ülke, petrol fiyatlarının önemli ölçüde yükselmesi halinde bunun yükünü taşımak zorunda kalacaktır. Sorunuzun ilk yarısı için evet. Evet, Türkiye önemli bir bölgesel aktör. Ancak bana göre mevcut çatışmadan tamamen kopuk olan önemli bir bölgesel aktör.

Türkiye'nin bu çatışmaların içine çekilmesi gibi bir ihtimal görmüyorum. Türkiye Cumhurbaşkanına tüm saygımla, İsrail'in Türkiye'yi karşısına almaya karar vermesini mümkün görmüyorum. Zaten başlarında yeterince dert var. İran'a karşı ciddi bir saldırı başlatmaları halinde, bunun kendileri için büyük bir asgari adım olacağını da unutmayalım. Türkiye dış savaşlara dahil olan bir ülke değil.

Petrol nedeniyle doğrudan ekonomik etki kesinlikle mümkün. Türkiye'nin bölgedeki pek çok ülkeyle önemli bir ticaret ortağı olduğu da ortada ve petrol fiyatlarının düşmesi de dahil olmak üzere, bu ülkelerin ekonomilerine zarar verebilecek herhangi bir şey. Örneğin Suudi Arabistan'ın IDMK anlaşmalarını takip etme kabiliyetini kısıtlamak, Türkiye'yi ve Türk şirketleri de etkileyecektir. Çünkü bundan onlar da fayda sağlıyor. Suudi Arabistan'ın inşaat programını finanse etme kabiliyetini kısıtlayan herhangi bir şeyin Türk ekonomisi üzerinde olumsuz bir etki yaratması kaçınılmazdır.

Bir tarafta da Rusya Ukrayna meselesi var. Şimdi Ortadoğu'da sular ısındı. Yani farklı açılardan bu savaşlar Türkiye'yi etkileyebiliyor. Bu iki koldaki gerginlikler. Tam olarak nasıl etkileyecek Türkiye'yi?

Bence Türkiye, az önce vurguladığınız iki bölge arasında çok önemli bir konumda. Aynı zamanda önemli bir NATO müttefiki. Bu açıdan bakıldığında NATO'nun Ortadoğu'daki çatışmalara doğrudan müdahil olduğu söylenemez. Ancak bu hafta başında İran'ın füze saldırısına karşı İsrail'e yardım eden NATO ülkeleri de vardı. Türkiye, Rusya-Ukrayna itilafında diplomatik açıdan önemli bir rol oynuyor. Türkiye'nin Karadeniz'de olup bitenlere büyük ilgi duyduğu ortada. Ancak Türk hükümetine tüm saygımla şunu söyleyeyim. Türkiye de diğer pek çok ülke gibi hem Moskova hem de Kiev nezdinde sınırlı bir nüfuza sahip.

Peki sizce Türkiye için en büyük risk ne olabilir? Örneğin 2025'te önümüzde yeni bir yıl var. Sizce siyaset mi, jeopolitik gelişmeler mi yoksa ekonomi mi daha belirleyici olacak büyük resmi düşündüğünüzde?

Bence genel olarak ekonomik risk hakkında ciddi bir şekilde düşünmeliyiz. Çünkü küresel ekonominin ilginç bir yönde doğru evrildiği konusunda hiçbir şüphe yok. Bunu ABD başkanlık seçimlerinden bağımsız olarak söylüyorum. Çin'in gelişmekte ve halen Avrupa'ya olan yoğun bağımlılığına alternatif bir ticaret ağı kurmaya çalıştığı, Avrupa'nın genel olarak ABD'nin ise başlıca ihracat pazarı olduğu bir dünyaya doğru evriliyoruz ve hala Şi Cinping'in Çin için büyük ölçüde ihracata dayalı bir ekonomik büyüme modelinden önemli ölçüde uzaklaşmaya çalışacağını düşünmek için hiçbir neden görmediğimiz bir dünyaya bakıyoruz. Bu da Çin'in, bir kuşak bir yol girişiminin kilit ortakları olan diğer gelişmekte olan ülkelere ihracatını artırmaya devam edeceği anlamına geliyor. Türkiye'nin de bunun bir parçası olduğu açık ve tabii ki Türkiye'nin BRICS üyeliği için başvurduğunu biliyoruz.

BRICS üyeliği mümkün mü sizce?

Kesinlikle mümkün olduğunu düşünüyorum. Bence Türkiye'nin, BRICS üyesi olmayı gerçekten isteyip istemediği konusunda çok dikkatli düşünmesi gerekiyor. Bence Türkiye'nin Güney Afrika'daki son BRICS zirvesine ve BRICS'in demokrasilerden ziyade otokrasilerden oluşan ülkeleri üyeliğe nasıl kabul ettiğine bakması iyi olur. Aslında Arjantin'in devre dışı kalmasıyla birlikte hepsinin en azından büyük ölçüde otokratik ülkeler olduğunu söyleyebilirim.

Türkiye elbette bir demokrasi ve bence Türkiye, Hindistan ve Brezilya'nın zirvenin sonundaki kutlamalara bir şekilde mesafe koyma biçimlerine ve aynı zamanda hem Hindistan ve Brezilya'nın hem de diğer gelişmekte olan piyasaların ya da küresel güney piyasalarını, nasıl adlandırırsanız adlandırın, ucuz, muhtemelen yasadışı olarak sübvanse edilmiş Çin ithalatlarının piyasalarına akın etmesinden duydukları endişe nedeniyle Çin'e karşı anti dumping davaları açma biçimlerine baksa iyi olur. Çin'e tamamen tepkili değilim. Zambiya'da yaşıyorum, Çin yaşadığım ülkede çok büyük altyapı inşaatları yaptı. Zambiya'ya pek çok iyi şey kazandırdı ancak ana ihracatlarına yönelik devlet sübvansiyonları konusunda ciddi soru işaretleri var ve açıkçası Çin ticaretini gelişmeye ve diğer coğrafyalara yeniden odaklanmaya çalıştıkça bunu göreceğimizi düşünüyorum. Bence sadece Avrupa ve ABD'nin değil, bu ülkelerin de Çin'in adil olmayan ticari uygulamalarına karşı, ticari karşı önlemler almasına tanık olacağız ve Türkiye bu konuda kırılgan olabilir.

Türkiye BRICS'i iki kere mi düşünmeli? Bu arada Lavrov Rusya Dışişleri Bakanı BRICS'in daha fazla genişlemeyi düşünmediğini söyledi. Yani onlar da öylece Türkiye'ye kapıyı açmış değiller sanki.

Evet, bence düşünmeli. Sayın Lavrov'a saygımla şunu söylemeliyim ki, Kremlin'in fikri, Şi Cinping'e göre şekillenecektir. Birçok açıdan BRICS, Çin'in ticaretini ve jeopolitik etkisini genişletmek için kullandığı bir mekanizma haline gelmiştir ve bunun köklerini görebilirsiniz. Çin'in 1999 yılında kurduğu Şanghay Şirketler Örgütü'ne bakacak olursanız, bu örgütün zaman içerisinde bir kuşak bir yol girişimine dönüşen çok taraflı bir örgütü nasıl kurup yönetebileceğini görmek için bir deneme tahtası olarak kurulduğunu ve BRICS'in de bir kuşak bir yol girişiminin tamamlayıcı ve aynı zamanda bir bileşeni haline geldiğini görebilirsiniz. Türkiye'nin bir kuşak bir yol konusunda önemli olduğu da aşikar.

Son derece deneyimli bir isim olarak Türkiye'yi kaç yıldır takip ediyordunuz?

İtiraf etmeliyim ki diplomat olduğum dönemde Türkiye'yi çok fazla takip etmiyordum. Ancak 2000 yılında, Lehman Brothers'a ilk gittiğimde elbette Türk Lirası gelişmekte olan piyasalar arasında çok favori bir yatırım aracıydı. Sanırım bu da Türk siyasetine daha fazla ilgi duymamı sağladı. Aynı zamanda Erdoğan'ın ilk kez seçimi kazandığı dönemdi. O dönemde, aynı zamanda Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği konusu konuşuluyordu. O zamandan bu yana Türkiye düzenli olarak gündemimde yer alıyor. Ama aynı zamanda yurttaşlarınıza saygısızlık etmek istemem ama şu anda küresel ölçekte siyasi jeopolitik kaygılar listesinde üst sıralarda yer almıyor. Bu aslında iyi bir şey.

Bu arada Amerikan seçimleri de yaklaşıyor. Trump ya da Harris'in seçilmesi nasıl fark edebilir? Türkiye için ne fark eder diye sormak istiyorum Trump ya da Harris'in seçilmesi.

Bence Donald Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı belli bir hayranlık duyduğu konusunda şüphe yok. Ancak Donald Trump her zaman en güvenilir dost olmayabilir ve ABD Kongresi de Türkiye konusunda biraz kararsız. Donald Trump'ın Türkiye Cumhurbaşkanı'na duyduğu hayranlığa rağmen, Trump'ın başkanlığının Türkiye için iyi bir şey olacağını düşünmüyorum. Nötr de diyebiliriz. Kamala Harris elbette farklı biri. Harris'in olası dış politikasını düşündüğümüzde en yakından bakmamız gereken kişi, şu anda Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı ve Kamala Harris'in dış politika danışmanı olan Philip Gordon. Bana göre Harris yönetiminde muhtemelen ulusal güvenlik danışmanı olurdu. Onunla daha önce tanıştım ve sohbet ettim. Oldukça pragmatik birisi. Bir düşünceye kilitli değil. Obama döneminde Ortadoğu konusunda derinlere atılmış bir Ortadoğu uzmanıdır. Harris eğer Oval Ofis'te olsaydı, Philip Gordon tarafından, dünyanın zor bir bölgesinde yaşayan ve hem kendi içinde hem de sınırlarında zorluklarla karşılaşan kilit bir NATO üyesi olarak Türkiye'ye yönelik politikada son derece pratik bir yaklaşım benimsemesi konusunda teşvik edileceğini düşünüyorum. Türkiye bir ortak, ama kolay bir ortak değil.

Son olarak tecrübelerinize dayanarak ne dersiniz? Bu Ortadoğu'da ısınan sular yakın zamanda durulur mu sizce?

Hayır. Yakın zamanda sakinleşeceğini sanmıyorum. Bu çatışma 4 bin yıldır sürüyor. Neden önümüzdeki 40 gün içinde ya da başka bir zamanda sona ereceğini düşüneyim ki? Bence göreceğimiz şey ve Benjamin Netanyahu'nun amaçladığı şey, Ortadoğu'da güç dengelerini değiştirmek. Bu dengede İsrail daha güçlü hale gelirken, İran'ın güçsüzleşmesi söz konusu. Benim görüşüme göre bu, Arap ülkelerinin çoğu tarafından hoş karşılanmayacak bir durum olarak görülmeyecek.

Peki, bu Türkiye'yi ne kadar etkileyecek? Tahran'daki rejim, ne olursa olsun, Türkiye'nin iyi ilişkilerini sürdürmeye çalışacağını düşünüyorum. Arap ülkeleriyle de iyi ilişkiler sürdürmeyi isteyecektir. Türkiye'nin İsrail'le ilişkileri elbette uzun yıllardır biraz çalkantılı diyebiliriz. Ancak yine de İsrail büyük bir ekonomi ve büyük bir askeri ülke.