Harvard neden Trump yönetimine karşı mücadele etmeyi seçti?

Harvard Üniversitesi, federal hükümetin yüksek öğrenim kurumları üzerindeki artan baskılarına karşı verdiği tepkiyle son yılların en çarpıcı akademik-siyasi krizlerinden birinin merkezine yerleşti. Trump yönetimi tarafından iletilen taleplerin ardından, Harvard yaklaşık 2,2 milyar dolarlık federal fonun dondurulması riskini göze alarak bu talepleri reddetti. Bu karar, yalnızca Harvard’ın değil, aynı zamanda Amerikan yükseköğretim sisteminin bağımsızlığına dair çok daha derin ve kapsamlı bir tartışmanın fitilini ateşledi. Amerikan The New York Times gazetesi işin iç yüzünü ve dinamiklerini inceleyen bir makale yayınladı.
Geçtiğimiz hafta sonu Harvard yöneticileri, Trump yönetiminin antisemitizmle mücadele kapsamında üniversiteden neler beklediğini anlamaya çalışıyordu. Bazı talepler, kampüs protestolarında sıklıkla kullanılan maskelerin yasaklanması gibi oldukça açık ifadeler içeriyordu. Ancak The New York Times'ın belirttiğine göre Cuma gecesi geç saatlerde, Harvard’a gönderilen beş sayfalık resmi belge, çok daha kapsamlı ve müdahaleci bir dizi talebi beraberinde getirdi. Bu talepler arasında üniversitenin işleyişine, kabul politikalarına, işe alımlara, akademik kadroya ve öğrenci yaşamına yönelik ciddi yapısal değişiklikler bulunuyordu. Harvard’ın yanıtı sadece 72 saat içinde geldi: Hayır.
New York Times'a göre Trump’ın üniversiteleri siyasi çizgisine çekme çabalarının son halkası olan bu gelişme, Harvard tarafından doğrudan bir meydan okuma olarak yorumlandı. Üniversitenin liderleri, federal hükümetin taleplerinin 388 yıllık bir akademik kurumun bağımsızlığına ciddi tehdit oluşturduğuna kanaat getirdi. Columbia Üniversitesi örneğini dikkatle izleyen Harvard, Trump yönetimiyle uzlaşmanın daha fazla talep ve denetimi beraberinde getireceğini öngördü.
Harvard Başkanı Alan M. Garber, Pazartesi günü yayımladığı mektubunda, hangi siyasi parti iktidarda olursa olsun, hiçbir hükümetin özel üniversitelerin ders programlarına, işe alım süreçlerine veya araştırma alanlarına müdahale etme hakkı olmadığını açık şekilde ifade etti. Üniversite, söz konusu talepleri akademik özerklikle bağdaştıramayacağını bildirerek, anayasal haklarını ve akademik bağımsızlığını savunma yönünde pozisyon aldı.
Trump yönetiminin taleplerine karşı çıkmak, Harvard için yüksek risk barındıran bir hamleydi. Dondurulan 2,2 milyar dolarlık federal fonun yanı sıra, Harvard’ın hastanelerine yönlendirilen kaynaklar da dahil olmak üzere yaklaşık 7 milyar dolarlık ek bir fonun da tehlike altında olduğu belirtiliyor. Ayrıca Bay Trump, üniversitenin vergi muafiyet statüsünü de sorgulamaya başladı. Ancak tüm bu baskılara rağmen Harvard yönetimi, Trump yönetiminin taleplerine boyun eğmenin daha büyük ve uzun vadeli bir tehdit olabileceğine kanaat getirdi.
Trump yönetimi tarafından iletilen talepler, antisemitizme karşı mücadele başlığı altında sunulmuş olsa da, içeriği itibarıyla çok daha geniş bir ideolojik gündeme işaret ediyordu. Federal yetkililer, Harvard’ın “liyakate dayalı” kabul ve işe alım politikalarına geçmesini, uluslararası öğrencilerle ilgili süreçleri yeniden düzenlemesini ve “bakış açısı çeşitliliği” açısından iç denetim yapmasını istedi. Ayrıca üniversitenin tüm çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık programlarının kapatılması ve antisemitik söylemlerle ilişkilendirilen bölümlerin dış denetime açılması talep edildi. Tüm bu taleplerin en az 2028 yılına kadar Harvard tarafından raporlanması istendi.
Bu talepler, akademik çevrelerde geniş yankı buldu. Harvard’ın eski rektörlerinden, aynı zamanda eski Hazine Bakanı olan Lawrence H. Summers, talepleri Senatör Joe McCarthy’nin Soğuk Savaş dönemindeki baskıcı girişimlerinden bile daha sert olarak tanımladı. Akademik Özgürlük Konseyi’nin eş başkanı Prof. Steven Pinker ise taleplerin üniversite değerleriyle açıkça çeliştiğini, çünkü öğretim üyelerinin ve öğrencilerin inançlarına doğrudan müdahale niteliği taşıdığını dile getirdi.
Harvard, son aylarda Beyaz Saray ile doğrudan çatışmaktan kaçınan bir profil çizmişti. Ancak Columbia Üniversitesi’nin yaşadığı süreç dikkat çekici bir karşılaştırma sundu. Columbia, mart ayında 400 milyon dolarlık federal fonu güvence altına almak için Trump yönetiminin taleplerini kabul etti. Buna rağmen fon akışı başlamadı ve yönetim hâlâ bir yasal gözetim anlaşması üzerinde çalışıyor. Bu da, Harvard yönetiminin uzlaşmanın çözüm getirmeyeceği yönündeki kanaatini pekiştirdi.
Trump yönetiminin mektubunu kamuoyuyla paylaşmaması, Harvard’a stratejik bir avantaj sağladı. Üniversite bu sürede kamuoyuna yönelik etkili bir iletişim kampanyası geliştirme imkânı buldu. Üniversitenin çevrimiçi platformları aracılığıyla kamuoyuna duyurduğu katkılar, Harvard’ın karşı atağının önemli bir parçasını oluşturdu. Böylelikle Harvard, genellikle Trump’ın öngörülemezliği karşısında hazırlıksız yakalanan kurumların aksine, organize bir tepki geliştirme başarısı gösterdi.
Üniversite, olası bir mali şokun etkilerini azaltmak amacıyla mart ayında işe alım dondurması uyguladı, tahvil piyasasından 1,2 milyar dolarlık kaynak yaratmaya çalıştı ve bağış fonları üzerinde düzenlemeleri gündemine aldı. Ancak Harvard’ın 53 milyar dolarlık bağış portföyünün yaklaşık yüzde 80’inin yalnızca belirli alanlara tahsisli olması, bu fonların kullanımını oldukça sınırlı kılıyor.
Öte yandan Trump yönetimi, Harvard’a sağlanan federal fonun nasıl hesaplandığına dair net bir açıklama yapmış değil. Ancak uzmanlar, dondurulan miktarın yıllık 650 milyon dolarlık doğrudan destek ile uzun vadeli sözleşmelerin toplamından oluştuğu görüşünde.
Son olarak, Columbia Üniversitesi’nin eski rektörü Lee C. Bollinger, mevcut süreçte müzakere ve uzlaşma stratejisinin herhangi bir nihai çözüm sağlamayacağını belirtti. Prof. Pinker da Harvard’ın farklı bir yol izleyebileceğini ama bunun için yönetimin müzakereyi iyi niyetle yürüttüğüne dair bir güvene ihtiyaç duyduğunu söyledi. Ancak bu güvenin mevcut olmadığını ve Harvard’ın tepkisinin bu nedenle bu denli net ve hızlı geliştiğini ifade etti.
Yaşananlar, yalnızca Harvard’ın değil, Amerikan yükseköğretim sisteminin de geleceğini ilgilendiren bir mücadeleye işaret ediyor. Üniversite yöneticilerinin çoğunun sessiz kaldığı bir ortamda, Harvard’ın kararlı tutumu, özellikle özgür akademi ilkelerine bağlılık açısından tarihî bir dönemeç olarak kayıtlara geçmeye aday görünüyor.