Avrupa siyaseti sağa "göçüyor"

Asiye Erduran
PAYLAŞ
  • Almanya, İspanya, Fransa ve İtalya'da göçle değişen demografik dönüşüm aşırı sağın yükselişini tetikliyor.
  • AB istatistik bürosunun son verilerine göre, 2022'de 5,1 milyon kişi Avrupa Birliği'ne göç etti.
  • Bu, 2021 yılına kıyasla yüzde 117'lik bir artışı temsil ediyor.
Avrupa siyaseti sağa "göçüyor"

Dünyanın dört bir yanında milyarlarca insanın sandık başına giderek demokratik seçimini yapması hiç bu kadar heyecan verici olmamıştı. Rekor sayıda seçimlerin yapıldığı 2024 yılı siyasi dönüşüm tarafında da geçmiş yıllara nazaran belirgin farklar ortaya koyuyor, tüm dünyada dönüşümün ayak sesleri artık hissedilir hale geliyor. Dönüşümün en net hali hiç şüphesiz Avrupa kıtasında daha net bir şekilde kendini gösterdi. Önceki yıllarda seçme hakkını kullanan Avrupalıların oranını ve seçilen partilerin söylemlerini dikkate aldığımızda gözle görülür hale gelen değişim ve dönüşüm iyiden iyiye siyasi arenada kendini gösterir hale geldi.

Bazı siyaset bilimcileri kıtadaki bu dönüşüme Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı savaşı gerekçe gösterirken, bazıları yıllardır süregelen göç ve ekonomi politikalarının etkili bir yansıması olduğunu iddia ediyor. Her iki görüş kendi içinde farklı dinamikleri barındırsa da özellikle “göç sorunu” son yılların Avrupa’sında gündemin en fazla dile getirilen konuları arasında yer alıyor. Eurostat verileri yıllardır ciddi göç alan “yaşlı kıta”nın hızlı bir demografik süreçten geçtiğini daha net bir şekilde ortaya koyarken, göç verilerinin alt kırımlarında yer alan (en fazla göç alan) Almanya, İspanya, Fransa ve İtalya’nın bu demografik dönüşüme daha hızlı bir şekilde karşılık verdiğini seçim sonuçlarından çıkarmak mümkün oluyor.

Göç verileri ne söylüyor?

Avrupa Birliği istatistik bürosuna son verilerine göre, 2022'de 5,1 milyon kişi Avrupa Birliği'ne göç etti. Bu, 2021 yılına kıyasla yüzde 117'lik bir artışı temsil ediyor. Bu arada, yaklaşık 1 milyon kişi Avrupa Birliği üye ülkelerini terk ederek diğer ülkelere göç etti ve bu da 4,1 milyonluk net göçle sonuçlandı. 2015'teki göç krizinden göçmen sayısında kamuoyu tepkisinden sonra kısa süreli bir düşüş ve 2020'de koronavirüs pandemisi sonrası yaşanan düşüş sonrası bu göç oranı şu anda her zamankinden daha yüksek bir seviyeye çıktı.

Avrupa siyaseti sağa "göçüyor" - Resim : 1

Son dönemdeki göç artışının büyük çoğunluğu Ukrayna'daki savaştan, özellikle de Doğu ve Orta Avrupa'ya göçten kaynaklanıyor. Ancak Orta Doğu, Güney ve Doğu Asya ve Latin Amerika'dan gelen göçler için de sayılar hızla artış kaydediyor. Birleşmiş Milletler'e göre "2022 yılında Avrupa Birliği üye devletlerinde (Ukrayna'dan gelen göç hariç) yaklaşık 3,7 milyon kişiye yeni oturma izni verildi. Bu sayı 2021'de 2,9 milyon civarındaydı." Yine Eurostat verilerine göre, "Almanya 2022'de yaklaşık 2,1 milyon ile en fazla yeni göçmen kabul eden ülke oldu. Almanya’yı, 1,3 milyon kişi ile İspanya, yaklaşık 400 bin kişi ile Fransa ve İtalya takip etti. Avrupa Birliği, yüzyıl boyunca mevcut yüksek net göç seviyesini karşılamaya devam ederse, birliğin nüfusunun 2100'e kadar yaklaşık iki katına çıkması öngörülüyor. Tabi bu söz konusu tahmin yılı için göçmen nüfusunun daha da yoğun hale geleceği ve yerli nüfusun azınlık konumuna düşmesi anlamı ortaya çıkıyor.

Bu kitlesel göç konusu beraberinde sadece ekonomik değil sosyolojik dinamikleri de barındırıyor. Gelen nüfusun entegrasyonu ve ülke vatandaşlarının buna istekli olup olmadıkları noktasında birçok ciddi meseleyi bünyesinde barındırıyor. Siyasi mekanizmalar özellikle artan “yaşlı nüfus” ve azalan doğurganlık sorunu nedeniyle göç konusunda esnek bir politika uygulasalar da bu durum seçimlerde ırkçı ve göçmen karşıtı partilerin daha popüler hale gelmesine neden oldu.

Avrupa siyaseti sağa "göçüyor" - Resim : 2

Artan Göç Dalgası ve Aşırı Sağ Partilerin Yükselişi

Radikal sağ partilerin son dönemdeki yükselişi, antidemokratik siyasete geri dönüşün özellikle hızlı bir şekilde gerçekleştiği Orta ve Doğu Avrupa'da zaten yıllardır var olan bir gerçeklik olarak sürerken, bu durumun Batı Avrupa’da da etkili olması son yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de net bir şekilde kendini gösterdi. 1979 ile 2014 yılları arasında seçmen katılımında düşük katılım oranlarını takip ettiğimiz Avrupa Parlamentosu seçimlerinde 2019 yılında 8 puanlık bir artış söz konusu oldu. Siyaset bilimcileri seçimlere katılımdaki bu artışın arkasında 2015 yılında yaşanan göçmen krizini gerekçe gösterdi. Son yapılan seçimlerde de seçimlere katılım oranının bir önceki seçime kıyasla artış kaydettiğini gösterse de seçmenlerin yarısının demokratik hakkını kullanmadıklarını gösteren bir veri olarak ayrıca mercek tutulması gereken konular arasında kalmaya devam etti. Dahası, katılım Avrupa'da bir ülkeden diğerine ve aynı zamana göre önemli ölçüde farklılık gösterdi. Seçimlere katılım eğilimi ve bu eğilimleri etkileyen faktörlerin analiz edilmesi Avrupa Parlamentosu'nun demokratik meşruiyetini zayıflatan bir unsur olarak o tarihten bugüne kadar tartışmaların odağında yer alan konu olmaya devam etti.

Avrupa siyaseti sağa "göçüyor" - Resim : 3

Aşırı Sağın Yükselişi Geçmiş Dönem Travmalarını Hatırlatıyor

Yakın tarihte “aşırı sağ” tanımı, partilerin tecrübeleri ve yaşanılan travmalar için kritik bir ifade olarak öne çıkıyor. Bunun nedeni bir önceki yüzyılda yaşanan Mussolini'nin iktidarı ele geçirmesi ve Hitler'in Almanya şansölyesi olarak seçilmesiyle başlayan süreçle birlikte, yönetime gelen hükümetlerin izlediği politikalar, sadece Avrupa’nın değil tüm dünyanın zihninde hala kötü bir anı olarak tazeliğini koruyor. Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisi, bu ideolojinin gücünü kaybetmesi için önemli bir dönüm noktası olarak görülse de, aşırı sağ Avrupa'da yok olmuş bir ideoloji olarak tarihin tozlu raflarına kaldırılmadı; aksine varlığını günümüze kadar canlılığını korudu.

Bunun en taze örnekleri bu yıl yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde daha net bir şekilde karşımıza çıkıyor. Kıtanın en büyük ekonomisi Almanya’da Olaf Scholz’un Almanya Sosyal Demokrat Partisi büyük bir güç kaybıyla üçüncü parti konumuna düşerken, Neo-Nazi olarak tanımlanan aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) oylarını ciddi artırarak ikinci parti konumuna yükseldi. Bu gelişme ayrıca ülke genelinde erken seçim tartışmalarının gündeme gelmesine neden oldu. Buna karşılık İtalya Başbakanı Giorgia Meloni'nin aşırı sağcı partisi İtalya'nın Kardeşleri, Avrupa seçimlerinde oyların yüzde 28'ini alarak popülaritesini daha da artırdı. Böylece, Başbakan Meloni’nin ülke içindeki liderliği güçlenirken, Avrupa'daki iktidar belirleyici rolü de sağlamlaştı. İtalya devlet yayın kuruluşu tahminlerine göre, Meloni'nin partisi, 2022 genel seçimlerinde kazandığı yüzde 26'lık oy oranını bile artırarak ülkenin en popüler partisi statüsüne sahip olduğunu teyit etti. Seçimlerde en büyük şok etkisi yaratan gelişme hiç şüphesiz Fransa’dan gelen sonuçlar oldu. Fransa'da aşırı sağ partilerin yükselişiyle Avrupa'yı şaşkına çevirdi. Aşırı sağcı lider Merine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi (RN), oyların yaklaşık yüzde 31'ini alarak Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Rönesans partisinin yüzde 15'lik oy oranını iki katından fazla destek aldı. Aslında Ulusal Birlik Partisi (2018'e kadar Ulusal Cephe olarak biliniyordu) 2019'daki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ve ondan önce de 2014'te birinciliği garantilemişti. Fransız siyasetinde ve genel olarak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın artan etkisi artık göz ardı edilecek bir boyuttan çıkarak farklı bir güce sahip olma yolunda ilerliyor. Çünkü söz konusu ettiğimiz partiler, mevcut hükümetin ekonomik kalkınma, göç ve güvenlik politikalarından memnun olmayan seçmenler arasındaki hoşnutsuzluk dalgasından yararlandılar ve daha sert göç politikaları uygulayacaklarına dair taahhütte bulundular.

Genel Seçimlerin Galibi: Aşırı Sağ Popülizmi

Polonya, Macaristan ve İtalya gibi daha önce de sağcı hükümetler tarafından yönetilen ülkeler dışında, diğer ülkelerde de sağcı partiler popülerlik kazanıyor. Son olarak Portekiz'de aşırı sağcı Chega partisi Mart 2024 seçimlerinde tarihi bir atılım yaparak oyların yüzde 18'inden fazlasını alarak Portekiz'in üçüncü büyük partisi oldu. Yine benzer şekilde 2022 yılında İsveç’te de yapılan genel seçimlerde göç karşıtı söylemlerle öne çıkan, Nazi sempatizanları tarafından kurulduğu için onlarca yıl ana akım siyaset tarafından dışlanan İsveç Demokratları partisi, oyların yüzde 20,6'sını alarak parlamentoda toplu çoğunluğa sahip olan sağcı partiler bloğunun en büyüğü oldu. Ve Kasım 2023'te Hollanda'da yapılan genel seçimlerde de Özgürlük Partisi'nin (PVV) birinciliği ile sonuçlandı. Aşırı sağ olarak nitelendirilen partinin bu başarısı, birçok kişiyi şaşırttı "İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Hollanda siyasetinde yaşanan en büyük siyasi çalkantı" ve “Hollanda'da 13 yıllık liberal zaferlerin sonu” olarak değerlendirildi. Ancak seçim sonrası 223 gün sonra sert ve göçmen karşıtı söylemleriyle öne çıkan Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders, aşırı sağ-merkez sağ koalisyon hükümetini kurabildi. Koalisyon partilerinin kararıyla Hollanda eski istihbarat şefi Dick Schoof başbakan olurken, Wilders'ın partisi mülteciler, sağlık, altyapı, dış ticaret ve ekonomi bakanlıklarını üstlendi. Hollanda medyasında koalisyonların hiçbiri çok istikrarlı olmayacağı ve bir veya iki yıl içinde yeni seçim olasılığı oldukça gerçek bir sonuç olduğu dillendirilirken, erken seçim söz konusu olduğunda yeni siyasi birleşmelerin ne şekilde ve nasıl olacağı daha da önem kazanması bekleniyor.

Seçim maratonunda kıtanın diğer önemli durağı Fransa. Ülkede aşırı sağın popülaritesi özellikle Rassemblement National (RN - Ulusal Cephe/Ulusal Birlik) liderliğinde son yılların ülke gündeminde yer alan bir konu olarak öne çıkarken, yine göçmen ve ırkçı söylemleriyle öne çıkan parti lideri Marine Le Pen, 2022 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda oyların yüzde 23,2'sini alarak aslında ülke genelinde siyasi eğilimin aşırı sağda yoğunlaştığını aslında bir önceki seçimde kanıtlamıştı. Şimdi Le Pen’in tüm bu söylemleri etrafında Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra erken seçim ilan eden Emmanuel Macron’a karşı güçlü bir zafer ilan etmesi bekleniyor.

Sağ Popülizmi Avrupa Birliği’ne Nasıl Zarar Verebilir?

Üye devletlerdeki bu sağcı popülizm dalgasının Avrupa Parlamantosu seçimlerinin sonucunu ve dolayısıyla Avrupa'nın uluslararası politikadaki konumunu nasıl etkileyeceğini tahmin etmeye çalışmak bir zorluk olmaya devam edecek. Parlamento, diğer Avrupa Birliği kurumlarına kıyasla dış politikada ikincil bir rol üstlense de, bu seçimler daha geniş Avrupa siyasi ikliminin kritik bir göstergesi olarak hizmet ediyor. Bu nedenle, devam eden siyasi değişimleri anlamak, özellikle iklim ve göç politikaları gibi popülist sağ için kritik gündemler açısından Avrupa'nın uluslararası konumu üzerindeki potansiyel etkileri nedeniyle önemli olacak.

Avrupa Birliği'nin kurucu devletleri olarak görülen, her zaman iç entegrasyonun öncüleri olmuş olan Fransa ve Hollanda’daki siyasi değişim rüzgarları, birliğin tüm Avrupa başarılarının olumsuz bir bağlamda görüldüğü ülkelere dönüşüyor. Aşırı sağ yavaş yavaş kıtada uyum sağlama sürecine girerken, AB'den ayrılma gibi fikirlerinin önümüzdeki süreçte nasıl bir aksiyona dönüşeceği ise esas kritik gündem olarak öne çıkıyor. Ancak genel görüş, Fransa ve Hollanda’nın artık Avrupa Birliği için ciddi bir tehdit oluşturduğu üzerinde yoğunlaşıyor. Jeopolitik görünümü de göz önünde aldığımızda kıtanın son iki yıldır ciddi sorunlar yaşadığı Rusya nedeniyle genişlemeci bir politika izlemesi, birçok birlik ülkesinde karşılık bulmuyor. Hatta sınır güvenliği nedeniyle Ukrayna’nın birliğe dahil edilmesine yönelik kamuoyu desteği Macaristan, Slovakya, Fransa ve Polonya'da en düşük seviyelerde seyrediyor. Tüm bu gelişmelere ekonomik bir perspektiften bakmak da birliğin geleceğine yönelik kritik bir süreci de işaret edecek gibi görünüyor.

Ancak aşırı sağa verilen desteğin artmasının Avrupa Birliği'nin temel ekonomik politikaları için ne gibi etkilerine yönelik şimdiden çıkarım yapmak basit tahminlerde bulunmaktan ibaret olabilir. Çünkü aşırı sağ partilerin ekonomik politikaları üzerinde daha fazla ulusal egemenlikten yana bir tutum sergilemeye yönelimi bazı gerilimlerin temelini atabilir. Bununla birlikte popülist sağ ve aşırı sağ partiler genellikle genişlemeci reformlara “ulusal egemenliği baltalayan” bir geçekçe ile karşı gelebilir. Ukrayna'nın ötesine bakıldığında, insani yardım ve kalkınma harcamalarını önceliklerden çıkartılıp ve bunun yerine yasadışı göçle mücadele sözü veren ülkelere fon yönlendirmesi muhtemeldir. Bununla birlikte finansal istikrarı sağlamaya yönelik önemli bir güvence olan Bankacılık Birliği’nin hala tamamlanmamış durumda olması finansal istikrar için riskli bir zemin oluşmasına neden olabilir. Kısacası Avrupa’da siyasi tercihlerin aşırı sağ partilerde yoğunlaşması ve bu partilerin yönetime gelmesi hükümetlerin temel politika uygulamasını zayıflatabilir. Politik belirsizlikler etrafında ekonomik görünümün zayıflaması Avrupa Birliği’nin mücadele etmesi gereken sorunları arasında yer alabilir.